Haber Lisânı Dili Sosyalmedya Tarihi Sebepler birer perdedirler. Asıl iş gören, perde arkasında Kudret-i ilahiyedir.Nargilesi ve kahvesiyle yaşlı bir Osmanlı köylüsü... (1890)
Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı
23 Temmuz 2013 Salı
ABD'nin bölgede 1993-2000 yılları arasında tecrübe edilen statükoya geri dönüş sinyali verdiğini hissettiriyor 23 07 2013
Bir
tarafta, İran ve Şii baskısı, diğer tarafta Müslüman Kardeşler
nezdinde, Arap halklarının yükselen muhalefeti 1. Dünya Savaşı
sonrasında kurulan eski düzenin sahiplerini endişelendirdi. Mısır'da 30
yıllık Mübarek rejiminin sona ermesi, statüko için alarm zillerinin
çalmasına sebep oldu. Zira 100 yıl sonra, bölgenin iki ana gücü Mısır ve
Türkiye, kendilerini bağlayan prangalardan kurtulmak üzereydi.
Türkiye,
yürüttüğü aktif ve ince diplomasiyle bölge diplomasisinde ağırlığını
hissettiriyordu. Mısır'da ise Muhammed Mursi, ülke tarihinde demokratik
yollarla seçilen ilk Cumhurbaşkanı unvanını elde etmiş, verdiği mesajlar
ve duruşuyla, Camp David düzenini sorgulamaya başlamıştı.
Uzun
yıllar Doğu Akdeniz'de söz hakkı İsrail'e bırakılmışken, Mısır ve
Türkiye bu statükoyu sorgulamaya ve yeni bir düzenin oluşturulması ile
ilgili güçlü mesajlar vermeye başladı. Her iki liderin de Filistin
Sorunu'nun çözümü noktasında sergiledikleri kararlı tutum büyük güç
merkezlerinde ciddi anlamda endişe yarattı. Erdoğan ve Mursi'nin Arap
halkları arasında giderek daha da popüler hale gelmesi bu mesajın
karşılık bulduğunun göstergesiydi.
Bu
iki ülkenin yanına Körfez'in yükselen gücü Katar'ın da eklemlenmesiyle,
Ortadoğu'da yeni ve çok güçlü bir eksen ortaya çıktı. Siyasi, kültürel
ve ekonomik olarak tüm bölgeyi kucaklayacak böylesi bir birlikteliğin,
bölge içi ve dışındaki güçleri rahatsız etmesi kaçınılmazdı.
Bu
sürecin ilk kurbanı Mısır oldu. 3 Temmuz 2013 günü Mısır ordusu
Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi'yi bir askeri darbe ile iktidardan
uzaklaştırdı. Referansını Tahrir'den alan ordu önce Mursi'yi gözaltına
aldı. Hemen ardından da İhvan yöneticilerine dönük kapsamlı bir
tutuklama furyası başlattı. İhvan yöneticilerini hedef alan kara
propaganda faaliyetleriyle desteklenen bu süreçte askeri yönetime en
büyük desteği Körfez ülkelerinin vermesi herkesi şaşırttı.
2
yıl boyunca Türkiye hariç hiçbir devlet ve uluslararası kurumdan destek
görmeyen Mısır'a adeta para yağdı. Yeni Mısır yönetimini büyük bir
coşkuyla selamlayan Körfez Emirleri darbe yönetimini desteklemek için
para musluklarını sonuna kadar açtı. Körfez ülkeleri yaklaşık 12 milyar
dolarlık bonkör bir kredi açarken, ülkeyi kasıp kavuran benzin
kuyruklarının bir günde bitmesi operasyonun boyutlarını gözler önüne
seriyordu.
Mısır'daki
darbeye paralel olarak, Katar'da da artık saray darbesi mi, yoksa zaten
yaşanacaktı diyeceğimiz bir değişim ile Şeyh Hamad bin Sani'nin
koltuğunu 33 yaşındaki oğlu, Temim bin Hamad Al Sani'ye devretmesi oldu.
Bu değişim ile birlikte Katar'ın, Suudi Arabistan'ın pek de haz
etmediği aktif dış politikasının arkasındaki beyin olan Başbakan ve
Dışişleri Bakanı Hamad bin Câsim de görevlerinden uzaklaştırıldı. Yeni
Şeyh'in iktidara gelmesi ile beraber Suudi Arabistan'ın önceliklerine
paralel verdiği mesajlar, yeni dönemde Katar'ı Körfez ülkeleri ile daha
yakın işbirliği yürüteceğini gösteriyor.
Bu
sırada ise Türkiye, daha da karmaşıklaşan ve artık ABD ile Rusya
arasındaki pazarlıkların insafına kalmış bir Suriye problemi ile
başbaşa. Türkiye'nin tüm çağrıları/uyarıları uluslararası toplum
tarafından görmezden geliniyor. Suriye meselesinin çözüm süreci
uzadıkça, hem ülke içindeki çözülecek problem sayısı artıyor, diğer
taraftan da insani bir felaketin giderek derinleştiği görülüyor. Türk
dış politikasının, yoğun enerjisini harcamasına rağmen, bölge içi ve
dışı pek çok aktörün dâhil olduğu Suriye, son dönemde Kürt meselesiyle
de birleşerek, çok bilinmeyenli bir denklemi oluşturmuş durumda.
Muhalefet ne yazık ki hala anlamlı bir birliktelik oluşturabilmiş değil.
Daha da kötüsü, muhalif gruplar arasında çatışmalar da giderek artış
gösteriyor. Bu karmaşa arasında ise Esad yönetimi, Hizbullah'ın da
yardımıyla Suriye muhalefetine yoğun saldırılara başlamış durumda.
Dünya'nın çıkmaz ayın son çarşambası yapılacak (son olarak Eylül ayı
telaffuz edildi) Cenevre toplantısına odaklandığı ve o zamana kadar ne
hali varsa görsün dediği Suriye'de, an itibariyle iç açıcı bir tablo
yok. Türkiye'nin dış politikada önemli mesaisini harcaması gerektiren
Suriye meselesine Ortadoğu'daki aktörlerin destekten çok köstek olması
da madalyonun öteki yüzünü oluşturuyor. Mısır'da cunta yönetimi, iş
başına gelir gelmez, Mursi'nin Suriye ile kestiği diplomatik ilişkileri
yeniden tesis ederken, Suud rejimi de selefi gruplara verdiği destek
ile, Batılı güçlerin, muhalefete silah yardımı yapmaması için iyi bir
bahaneyi de kendi eliyle sağlamış oluyor.
Ortadoğu'da
tüm bu gelişmelere paralel, ABD Dışişleri Bakanı Kerry'nin bölgede
izlediği yoğun diplomasi faaliyeti ise gözden kaçmıyor. Lakin bu aktif
diplomatik faaliyetlerin, 'Arap Baharı' ile filizlenen ve halklara
dayanan yeni düzenden ziyade, eski statükoyu, yeni bir makyajla yeniden
diriltme çabasına daha yakın gibi.
Suudi Arabistan, Ürdün gibi,
statükonun belkemiği ülkelerle yakın temas, Mısır'daki darbeye karşı
sessizlik, 25 Ocak devriminden sonraki en yüksek diplomatik ziyaretin
devrimden sonra
gerçekleşmesi ve son olarak, Cuma günü, İsrail ile
Filistin arasındaki barış görüşmelerinin, Gazze
meselesi zikredilmeden,
yeniden başlayacağına
dönük açıklama, ABD'nin bölgede 1993-2000 yılları
arasında tecrübe edilen statükoya geri dönüş sinyali verdiğini
hissettiriyor.
Bu da bizi, 'acaba bölgede kontrollü bir neo-statüko mu
oluşturulmak isteniyor?' sorusuna getiriyor.