Ortadoğunun huzuru nereden geçer.

Türkiye'nin güçlü bir ülke olmasını istemeyenlerin olduğu yolundaki tezi kabul etmemiz mümkündür.

Fakat acaba onun güçlenmesinden kim tedirgin olur?

Türkiye'nin güçlü bir ülke olması kimi rahatsız eder?

Soruyu ters yüz ederek de sorabiliriz: Türkiye'nin güçlenmesini kendisine tehdit sayacak olan ülke/ülkeler hangileri olabilir?

Türkiye'nin bir başına güçlü bir ülke olması zahiren kimseyi rahatsız etmemesi gerekir. Ancak bu güçlenmeden rahatsızlık duyanlar varsa, bunun nedeni söz konusu güçlenmeyi kendisi için tehdit sayan ülkelerin var bulunmasına bağlı olmalıdır.

İmdi, bir an için diğer dünya ülkelerini bir yana bırakarak içinde yer aldığımız bölgede (Ortadoğu) Türkiye'nin büyümesini hangi ülkenin kendisine tehdit olarak görebileceği faraziyesi üstünde duralım. Şimdiye kadar bu büyümeden rahatsız olmayanlar acaba birdenbire (!) nasıl ve ne oldu da rahatsızlık duymaya başladı?

Ben, kendi payıma bu rahatsızlık duyma durumunu son iki yıldır gelişmekte olan 'Arap Baharı' gelişmeleriyle ilgili görmüyorum. Olayın geçmişi biraz daha eskiye, 'one minute' olayına kadar geriye götürülebilir diye düşünüyorum.

'One minute' olayı tüm Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinde sitayişle karşılandı. Türkiye de bunun tadını –doğrucu Davut olursak- doya doya çıkarmaya çalıştı. Bundan birilerinin tedirgin olabileceğini de umursamadı.

Ama olaylar birike birike devam edince, Türkiye'nin tavrı işte 'o birilerini' tedirgin etmeye başladı. Tedirginliğin kaynağı, aslında Türkiye'nin büyümesi değildi. Tedirginliğin kaynağı, Türkiye'nin bir tehdit unsuru olarak algılanmaya başlamasından ileri geliyordu.

Binaenaleyh Türkiye, bir yandan büyümesini sürdürürken bir yandan da komşuları için tehdit unsuru olmadığı yolundaki dengenin muhafazasında bazı komşuları için inandırıcı olmaktan uzak durdu.

Bu arada ABD'nin Ortadoğu'daki politikasının iki temel faktörünü dikkate almadan bu bölgede reel dış politika geliştirmenin havada kalacağını hatırlamamız gerekiyor. Bu iki temel faktör (ikisi de birincil öncelikli olarak): 1. İsrail'in güvenliğinin ihlal edilmemesi, 2. Petrol rezervlerinin güvenliğinin ihlal edilmemesi gerçekliği... Bu faktörlerden herhangi biri ihlal edilme riskiyle karşılaşırsa, ABD ihlal edene karşı sonunda güç kullanmaya gidecek denli tavrını alır.

Burada, diplomasinin bir başka ilkesini, daha doğrusu iki ilkesini daha öngörmeliyiz. 1. Kimseye bir şey vermeden bir şey talep edemezsin (edersen ne olur? Karşılıksız kalır, boş bir talep olur). 2. Birincisi kadar önemli diğer husus: diplomasi, hasmın gücünü kendi lehine imale etme sanatıdır.

Türkiye, son gelişmelerde bu iki faktörü ne ölçüde kullanmayı başardı?

Bölge ölçeğinde aklımızda tutmamız gereken bir gerçeklik öne çıkıyor: 

Ortadoğu'da huzurun (barışın) kilidi İsrail ise, bu kilidin anahtarı da Türkiye'dir. 

O kilidi bu anahtar açar.

Bana göre, bölgede yeniden inisiyatif sahibi olma pozisyonu değindiğim bu faktörlerin gereğini yerine getirmekten geçiyor.

Tedirgin olanların yatıştırılması mümkün olursa

 –ki halen imkân dâhilinde olmayan bir tablo ile karşı karşıya değiliz- 

Türkiye'nin güçlenmesi kimseyi rahatsız etmeyecektir. 

Bilakis, Türkiye'nin büyümesi ve güçlenmesi belki de şayanı arzu bir pozisyon olarak karşılanacaktır.

 01 08 2013 


RASİM ÖZDENÖREN