Tek umutları hükümeti zorbalaştırmak. Globalleşen dünyada, demokrasiler de ancak global bir destek, onay, hayırhah bir tutum ya da en kötüsünden tarafsız bir tutumla çevrelendikleri takdirde rahatça gelişip derinleşebiliyor. Aksi durumda, yani düşmanca bir tutumla sarmalanmış, tecrit edilmiş bir demokrasinin işi gerçekten çok zor. Bunu söylerken sadece global dünyanın siyaset sınıfını kastetmiyorum; aynı zamanda ve daha önemli olarak dünya kamuoyunu kastediyorum. Zaten artık iç ve dış kamuoyunun arasındaki sınırların kalktığı; istikrarlı bir iktidar için hükümetlerin sadece iç kamuoyunda değil, dünya kamuoyunda da meşruiyet aramaları gereken bir çağdayız. Artık ne sandık ne de darbe umudu olmayanlar da bu gerçeği çok iyi bildikleri için, geriye kalan son silahlarını çektiler. Epey bir süredir, var güçleriyle dünya kamuoyunun AK Parti hükümetine karşı cephe alması, iktidarın uluslararası tecride sürüklenmesi için yoğun bir çaba içindeler. Bunu başarabilmelerinin tek yolu ise hükümeti zorbalaştırmak... Gerek haftalardır propagandası yapılan "Ekim ayaklanması"nın, gerekse Silivri'yi meydan savaşına çevirme planlarının arka planında bu umut var. Eski düzeni geri getirme sevdasında olanlar hükümetin hata yapmasının pususuna yatmış durumdalar. Hükümet telaşlanacak, saldıracak, zorbalaşacak, haksız zemine düşecek ve biraz daha tecrit olacak... AK Parti hükümetinin bu planı görmediğini düşünemeyiz. Ne var ki, Silivri'deki karar duruşmasına girişin yasaklanması, plan görülse bile yeteri kadar ciddiye alınmadığını gösteriyor. Yarınki (size göre bugünkü) tabloyu görür gibiyim... Bir yanda Silivri'ye varmak için her yolu denemeye kararlı militan CHP'liler ve İşçi Partililer... (Ulusal kanal spikerinin Gezi olayları sırasında ağzından kaçırdığı gibi) günün, çok sayıda yaralı hatta mümkünse "ünlü" yaralı, hatta ölümle kapanmasından daha fazla hiçbir şey istemiyorlar... Öbür yanda ise, Silivri'de kuş uçurtmamaya kararlı, alınan kararın uygulanmasında en ufak bir zaaf yaşanmasına tahammülü olmayan, tahkimatını kurmuş, bütün yolları kesmiş, bütün çıkışları kapatmış güvenlik güçleri... Bunun sonucu, mutlak çatışma, mutlak şiddettir... Silivri'de değil ama şehrin her yerinde sokak gösterileri, çatışmalardır... Demokrasi düşmanlarına haklı zemin kazandırmak Diyeceksiniz ki bu grupların Silivri'ye gitmelerine izin verilse aynı çatışmalar orada olacaktı. Hem salonda olay çıkaracak, karga tulumba dışarı atılmanın, hatta birkaç yumruk yemenin "başarısını" yaşayacak hem de dışarıda polisle, jandarmayla çatışacak, barikatları yıkmaya çalışacak, yine "mümkün olduğu kadar çok" yaralı vermeye uğraşacaklardı. Ve yine bu olayları iç ve dış kamuoyunda hükümetin "zorbalaşmasının" delili olarak kullanacaklardı. Doğrudur; amaçları hükümeti şiddet ortamına çekmek olanlar, aynı şeyi Silivri'de yapacaklardı. Ama o zaman haksız zeminde olanlar onlar olacaktı. Kendilerine tanınan yargılamayı izleme hakkını kötüye kullanan, duruşmayı engelleyen, bağımsız yargıyı baskı altına alan şiddet taraftarı bir kitle durumuna düşeceklerdi. Bugün ise demokratik bir hakkı, Silivri sanıklarının açık yargılanma hakkını savunmak üzere sokaklara dökülmüş ama "zorbalaşan iktidarın" şiddetiyle karşılaşmış mağduru oynayacaklar. Ve hiç şüpheniz olmasın ki, bu tabloyu yurtdışında bol bol pazarlayacaklar. Hükümet Silivri'de "zaaf içinde bir iktidar" görüntüsü vermemek için, "testi kırılmadan" tedbir alma yolunu seçti. Ama bu onun bir başka zaafa düşmesine yol açtı: Açık yargılanma hakkını ihlal etmiş bir hükümet durumuna düştü. Demokrasi düşmanlarına haklı zemin kazandırdı. Güçlü iktidar, demokratik hakların kullanılmasını engellemeden ama düzeni sağlamakta ve yasa dışına çıkanları durdurmakta en küçük bir zaaf göstermeyen iktidardır. Marifet bu ikisini birlikte gerçekleştirmektir. Gülay GÖKTÜRK 05 Ağustos 2013 Pazartesi

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

26 Temmuz 2013 Cuma

Çözüm sürecini engelleyen çok ağır bir vebalin altına girer AA 26 Temmuz 2013 21:31 ANKARA

Çözüm sürecini engelleyen çok ağır bir vebalin altına girer

  AA 26 Temmuz 2013 21:31 ANKARA 
Başbakan Erdoğan "Çözüm sürecinden vazgeçen, bu süreci sabote eden, asla biz olmayız. Bu süreci engelleyen, engellemeye çalışan, çok ağır bir vebalin altına girer" dedi.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan,  Şırnak Şerafettin Elçi Havalimanı ve diğer kamu yatırımlarının toplu açılışında yaptığı konuşmada, Şırnaklı, Cizreli, Mela Ahmede Ciziri'nin "Biz, tek hüviyetiz. Biz, aynı kaynaktan türemiş, aynı isimleriz" sözünü anımsatarak, "Evet, hepimiz, Adem ile Havva'nın çocuklarıyız. Hepimiz, işte şurada, Cizre'de medfun olduğuna inanılan Hazreti Nuh Aleyhisselam'ın torunlarıyız. Hepimiz, Kur'an-ı Kerim'de de ifade edildiği gibi, şu Cudi Dağı'na konmuş Nuh'un gemisinden çıkmış nesillerin devamıyız. Biz hep birlikte Ahmede Hani'nin, Hazreti Mevlana'nın eserleriyle tek bir millet olduk. Biz, hep birlikte, Mela Ahmede Ciziri'nin, Yunus Emre'nin dizeleriyle tek millet olduk. Biri Kürtçe söyledi, diğeri Türkçe söyledi" diye konuştu.
Erenler, arifler, gönül insanları
Erenlerin, ariflerin, gönül insanlarının hep aynı kaynaktan beslendiğine ve aynı gerçeği dile getirdiğine işaret eden Erdoğan, bin yıldır, bu bereketli topraklar üzerinde bir, beraber ve kardeş ve hep birlikte Türkiye olunduğunu belirtti. Erdoğan, bu topraklarda kimi zaman acı hadiseler, hiç arzu edilmeyen kıyımlar, ölümler, işkenceler ve insanlık dışı muameleler yaşandığını ifade ederek, şunları söyledi:
"Bu ülkenin başbakanı olarak, 10,5 yıldır şunu bütün kalbimle bütün samimiyetimle söyledim ve söylüyorum: Biz, yaşanan acı hadiselere değil, artık yaşanan güzel hadiselere bakacağız. Biz, geçmişin acılarına değil, ortak bir istikbale bakacağız. Geçmişin hesabını hep birlikte soracağız. Geçmişte yapılanların elbette izini süreceğiz. Geçmişin ihmallerini elbette telafi edeceğiz. Ama şimdi, geleceğe bakma, istikbale bakma zamanıdır. Şimdi, ortak geleceğimizi, ortak paydalarımız, ortak tarihimiz, ortak kültür ve medeniyetimiz üzerinden yeniden inşa etme zamanıdır. Şimdi artık, acılara son verme, husumetleri ortadan kaldırma, sıkılı yumrukları çözüp, kucaklaşma zamanıdır, helalleşme zamanıdır."
"Süreci akamete uğratan asla biz olmayız"
Yaklaşık 7 aydır, bölgede terörden dolayı yeni acıların yaşanmadığını dile getiren Erdoğan, "Çözüm sürecini ilerleterek, aradan silahı çekerek, sıkılı yumrukları açarak, hesaplaşarak değil, helalleşerek bütün meseleleri aşacağız. Biz 10,5 yıldır, şehirlerimize, dağlarımıza, hanelerimize kalıcı bir baharın gelmesi için gerçekten büyük bir samimiyetle çalıştık. Bugün de çözüm için samimiyiz, bugün de çözüm için umutluyuz" diye konuştu.
Erdoğan, devletin, hükümetin atması gereken adımların atıldığını, sorunları aşmak ve vatandaşla kucaklaşmak için üzerlerine düşeni yaptıklarına vurgu yaparak, "Çözüm sürecini akamete uğratan, asla ve asla biz olmayız. Çözüm sürecinden vazgeçen, bu süreci sabote eden, bu süreci sonuçsuz bırakan asla ve asla biz olmayız. Bu süreci akamete uğratan, ağır bir vebalin altına girer. Bu süreci sabote eden, tahrik eden, yokuşa süren, engelleyen ya da engellemeye çalışan, çok ağır bir vebalin altına girer" ifadesini kullandı.
"Şırnak'a ne yapıyorsak vazifemiz olduğu için yapıyoruz"
"Şırnak'a her ne yapıyorsak, bunu, vazifemiz olduğu için yapıyoruz" diyen Erdoğan, Şırnak'a her ne yapılıyorsa bunun Şırnaklıların en tabi hakları olduğu için yapıldığını kaydetti. Erdoğan,  "Bir devlet, şehrine sahip çıkıyorsa vatandaşına sahip çıkıyorsa vatandaşının ayağına hizmet götürüyorsa işte o devlet büyük devlettir. O devlet adil devlettir. Batıya yap, doğuya yapma. Böyle bir mantık gafildir, cahildir, bunu kabul etmemiz mümkün değildir" değerlendirmesini yaptı.
Erdoğan, "Vatandaşını öteleyen, dışlayan, hor gören, tepeden bakan, vatandaşına karşı kendisini koruma altına alan, vatandaşını tehdit olarak gören devletin adil değil tam tersine zalim, ceberut devlet" olduğunu söyledi
Erdoğan şöyle devam etti:
"Değerli kardeşlerim, bir taraftan hizmet verelim diyoruz ama bir taraftan da birileri hizmet verilmesin diye tehditte bulunuyorlar. 'Yüzde 10 bize komisyon vereceksin' diyenler var. Aynı şeyi şu anda Hakkari Yüksekova'da yapmak istediğimiz havalimanında da yapıyorlar. Bizim derdimiz bir an önce Hakkari'deki kardeşlerimizi de bu havalimanına bir an önce kavuşturmak ve Hakkari gibi Türkiye'nin bir uç vilayetine bir diğer ucuna uçakla gidebilme imkanını getirelim istiyoruz. Onun da önünü kesme gayreti içerisinde olanlar var. Buna insani yaklaşım denilebilir mi? Bunu yapanlar bu ülkede barışı konuşabilir mi? Biz Türküyle Kürdüyle Lazıyla Çerkeziyle Gürcüsüyle Abhazıyla Zazasıyla Arabıyla Boşnağıyla Romanıyla bu ülkede bir olmaya, beraber olmaya mecburuz. Biz kardeşiz. Kardeşliğimizi kıskananlara karşı özellikle tavırlı olmanızı istiyorum. Biz yaratılanı, Yunus'un diliyle Yaradan'dan ötürü sevmeye mecburuz. Onun için bizde ötekileştirme olmamalı, ayrım olmamalı. Benim Edirne'deki, İstanbul'daki, İzmir'deki, Ankara'daki kardeşim hangi haklara sahipse Şırnak'taki, Hakkari'deki Bingöl’deki, Siirt’teki kardeşim de o haklara sahip olacak, o imkanlara sahip olacak dedik ve bütün gücümüzle çalıştık."
"Suriye politikamız, en başından itibaren çok ama çok nettir"
Son günlerde, Suriye'nin kuzeyinde, özellikle de Şanlıurfa'ya yakın sınırda, Suriye'deki taraflar arasında şiddetli çatışmalar yaşandığını ve sınır ilçelerinin de bu çatışmalardan etkilendiğini bildiren Başbakan Erdoğan, "Bizim Suriye politikamız, en başından itibaren çok ama çok nettir. Biz, Suriye'de, meşruiyetini yitirmiş olan, boğazına kadar kana batmış olan, zalim rejimin derhal gitmesini, Suriye'de halkın iradesi ile tecelli etmiş bir yönetimi istiyoruz" ifadesini kullandı.
Mısır'daki askeri darbe
Mısır'daki askeri darbeye de değinen Başbakan Erdoğan, şunları kaydetti:
"Bakınız Mısır'da bir askeri darbe oldu, 70 yıl otokratik bir rejimle yönetilen Mısır'da, yani bir siyasi partinin tek başına götürdüğü Mısır'da ilk defa bir yıl önce sandık kuruluyor. Bu sandık yüzde 52'yle Mursi'yi cumhurbaşkanı yapıyor. Yüzde 65'le anayasa kabul ediliyor ve bu askeri darbe yönetimi hem anayasayı lağvediyor, yok ediyor bir taraftanda Sayın Mursi'yi şu anda yeri belli olmayan bir mahkumiyetin içine alıyor. Mesele şu; Bakın bugün için çağrı yapıyor, kendi taraftarlarına çağrı yapıyor, 'Tahrir'de toplanın' diyor. Bu çağrıyı niye yapıyor. Askeri darbenin başındaki şahıs bu çağrıyı niye yapıyor? Orada Mısır halkını bir birine vurduracak, ondan sonra da kendine vazife çıkaracak. Diyecek ki 'halk bir birine düştü, ben de asker olarak duruma müdahale ettim' diyecek. Namazdayken 53 kişi öldürenler burada faturası yüksek bir bedel ödeyecekler. Şu anda dünyanın bu konuya daha duyarlı olmasını istiyoruz. Bütün Batı'nın daha duyarlı olmasını istiyoruz. Amerika'sıyla Rusya'sıyla Çin'iyle daha duyarlı olmalarını istiyoruz. Buna seyirci kalmak, insani olarak bizim için bir vebaldir. "
"Böyle bir mektup, Türkiye'nin saygınlığına zerre kadar leke getirmez"
Önceki gün, bir İngiliz gazetesinde, Türkiye aleyhine, çirkin bir mektup yayımlandığını belirten Başbakan Erdoğan, "Haritada, Türkiye'nin yerini gösteremeyecek olan sözde ünlü şahısların, mektubun içeriğine bakmadan, mektubun içindeki kelimelerin, kavramların hassasiyetine bakmadan, Türkiye'deki olayların iç yüzünü hiç anlamadan, böyle bir mektuba imza atmalarını biz esefle karşıladık" değerlendirmesinde bulundu.
Erdoğan, şunları söyledi:
"Bu kadar ünü olan, uluslararası boyutta bu kadar tanınan isimlerin, altına imza attıkları metinleri iyi okumaları, iyi anlamaları gerekir. Bu mektuba imza atanlar, çok ciddi şekilde aldatılmış, çok ciddi şekilde yanıltılmışlardır. Böyle bir mektup, Türkiye’nin saygınlığına zerre kadar leke getirmez ama böyle hezeyanlarla yanlışlarla iftira ve ithamlarla dolu bir mektup, onu yayınlayan gazetenin, ona imza atan kişilerin saygınlığına gölge düşürür. Acaba kaça bu mektubu yayımladınız Times? İşte senin bedelin o. Bizler tabii yasal mecrada ne gerekiyorsa onu yapacağız. Onun hesabını o şekilde de soracağız."

Açılışa Şerafettin Elçi'nin eşi Fatma Elçi ve çocukları da katıldı
Başbakan Erdoğan, havalimanının açılışını, eşi Emine Erdoğan, Şerafettin Elçi'nin eşi Fatma Elçi ve çocukları, beraberindeki Bakanlar ve diğer yetkililerle gerçekleştirdi.
Erdoğan, açılış kurdelasını, "Dünyanın bir diğer ucuna çok daha yakınız. Hele hele barışın inşallah içerisindeyiz. Daha yakınız" diyerek kesti.
Törene, Başbakan Erdoğan'ın eşi Emine Erdoğan, Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay, Adalet Bakanı Sadullah Ergin, İçişleri Bakanı Muammer Güler, Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehdi Eker, Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu, Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz, Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali Yıldırım, Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç, BDP Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan, BDP il ve ilçe yöneticileri, bazı AK Parti milletvekilleri, Şırnak Valisi Vahdettin Özkan ve Şerafettin Elçi'nin aile fertleri katıldı.
Tören alanında, "Sayın Başbakanımız insanlığın yeniden doğduğu Hz. Nuh'un şehrine hoşgeldiniz" ve Cizre Sanayi Odasının Türkçe ve Kürtçe yazdırdığı "Sayın Başbakanım hoşgeldiniz" pankartları dikkati çekti.
Erdoğan iftara katıldı
Şırnak Şerafettin Elçi Havalimanı'nın açılışının ardından, Şırnak Valiliğince havalimanında iftar verildi.
İftara Başbakan Erdoğan'ın yanı sıra eşi Emine Erdoğan, kızı Sümeyye Erdoğan, Şerafettin Elçi'nin eşi Fatma Elçi ve çocukları, Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay, Bakanlar Sadullah Ergin, Taner Yıldız, Suat Kılıç, Mehdi Eker, Muammer Güler, Cevdet Yılmaz, Nabi Avcı, Mehmet Şimşek, Veysel Eroğlu, Binali Yıldırım, AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Menderes Türel, bazı AK Parti milletvekilleri, BDP Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan, AK Parti ve BDP il ve ilçe yöneticileri, Şırnak Valisi Vahdettin Özkan ve çok sayıda vatandaş katıldı.

Başbakan Erdoğan'ın bulunduğu masada, Şerafettin'in Elçi'nin eşi Fatma Elçi ve çocuklarından bazıları yer aldı.
Yemeğe, Uludere olayında hayatını kaybedenlerin yakınlarından Veli Encü, Felek Encü, Zeki Tosun, Emine Ürek, Raşit Ant ve Sadık Alma'nın da katıldığı öğrenildi.



Başbakanımızı bugünlere gazete ilanları getirmedi

  AA 26 Temmuz 2013 23:06 İSTANBUL
Başbakan Yardımcısı Bozdağ, The Times gazetesine verilen ilanli ilgili, "Başbakanımızı bugün bulunduğu noktaya gazete ilanları getirmedi" dedi.

Esenler Belediyesi'nce, Dörtyol Meydanı'nda "7 Kazan Tek Sofra" adıyla düzenlenen iftara katılan Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, iftardan sonra gazetecilerin sorularını yanıtladı.  
The Times gazetesine, Gezi Parkı eylemleriyle ilgili, sanat ve edebiyat dünyasından 30 ünlü ismin imzasıyla ilan verilmesi konusunda görüşleri sorulan Bozdağ, ilanın, Türkiye'nin içinde ve dışında ön yargılarının esiri olmuş, AK Parti ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın şahsına dönük bir karşıtlığı kendileri için ideoloji haline getirmiş bazı insanların birlikteliği olduğunu söyledi.
Bu ilanların, Türkiye'yi ve Başbakan Erdoğan'ı karalamaya ve yıpratmaya yönelik olduğunu vurgulayan Bozdağ, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Beyhude çabalardır. Sayın Başbakanımızı bugün bulunduğu noktaya gazete ilanları, manşetleri, haberleri ve gazetelerde yer alan yorumlar getirmedi. Sayın Başbakanımız ve ekibini bugünkü bulundukları noktaya taşıyan, Türk milletinin duası ve desteğidir. Hamdolsun bu destek de yerindedir. Gazetelerin manşetleriyle, yabancı gazetelerin, çıkar odaklarının, karanlık güç odaklarının haberleri, yorumları ve birtakım çalışmalarıyla yok edilecek bir güç değil. Bunu herkesin bilmesi lazım. Başbakanımız ve ekibi, milletin kalbinde büyük bir yer tutmaktadır. Bu kalpteki sevgiyi kazımaya kimsenin gücü yetmez. Bunların gücü de yetmeyecektir. Bunlar hala bunu göremedi demektir."
Bozdağ, The Times gazetesinin daha önce de "CHP'ye oy verin" şeklinde manşet attığını hatırlatarak, gazetenin şimdi de başka bir çalışmanın içinde olduğunu belirtti.  
Bugün Anadolu tecrübesinin yerine aynı cemaat, kulüp ve kasttan olma anlayışı egemen kılınmıştır. 28 07 2013 pazar Tuz kokarsa… Her yıl Ramazan ayında iç gündemin tartışmaları genelde dini konularda yapılmaktaydı. Bu yıl bir olay istisna dini tartışmalar gündem oluşturmadı. Bir kısım dini sorulara verilen cevaplar da magazinsel bir tarzda ele alındı. Bunlar da 'oruçlu denize girilir mi ve sakız çiğnenir mi' tarzındaydı. Gündem oluşturan esas tartışma sahurun vaktiyle ilgiliydi. Bir ilahiyatçıya göre Diyanet sahuru erken sonlandırmakta ve insanlar birkaç saat uzun oruç tutmaktaydı. Üzülerek gördük ki, kuruma yönelik eleştiri olduğundan tahammül edilir bir düzeyde karşılanmadı. İddia sahibine yönelik televizyon programını sabote etmek olmak üzere olumsuz davranışlar sergilendi. Oysa bundan önce ilahiyatçılar arasında daha karmaşık ve gelenekselleşmiş uygulamalara yönelik eleştirilere gerekli müdahale yapılmamıştı. Son yıllarda toplumda tahammül kültürünün zayıflamakta olduğunu görmekteyiz. Bir kişinin kendisine göre doğru ama başkasına göre yanlış algılanan bir konu üzerinde kişinin olayı açıklamasına bakılmadan veya gerekçesini dinlemeden hemen karşıt bir kampanya ile linç tavrı devreye girmektedir. Anlaşılan odur ki insanlar artık birbirlerini dinlemiyor, herkes duymak istediği sese kulak kesiliyor. Herkes karşısındakini anlama ve ikna etme gayretinden çok boyun eğdirme ve ötekileştirme yarışı içinde. Oysa Anadolu kültürü farklı inançların, kültürlerin, etnik yapıların ve dillerin bir arada yaşama temelinde oluşmuştu. Bugün Anadolu tecrübesinin yerine aynı cemaat, kulüp ve kasttan olma anlayışı egemen kılınmıştır. Bu durum ortamda sahici davranışları azaltmış, bunun yerine yapay ve ikiyüzlülüğü artırmıştır. Gelişen olaylar üzerine yapılan 'olaylar bazılarının maskesini düşürmüştür' yorumları geldiğimiz noktayı dramatik biçimde açıklamaktadır. Merak ediyorum; nasıl bir davranış içindeyiz ki karşımızdaki insan bizim yanımızda gerçek kimliğini maskeleme gereği duyuyor. Bu durum bizim tutumumuzdan mı kaynaklanıyor yoksa karşımızdakinin kişilik zaafı mı? Hangisi daha baskın? İnandığımız din ve yaşadığımız coğrafyada ki kültür, insanların birbirlerinin yüzüne hakaret ve küfrün dışında, edep dairesi içinde her şeyi söyleyebilme cesareti sağlıyordu. Birlikte yaşamanın getirdiği bir hukuk vardı. Bir yerde çok yüzlü veya maskeli türler türemiş ise orada arızalı bir durum vardır. Bu arızalı durumun giderilmesi; itaatkâr, tabi ve tebaa insanların yetişmesiyle değil, kimlikli, kişilikli, haksızlık karşısında tavır alan, sorgulayan, eleştiren, iyiliği teşvik eden ve kötülükten sakındıran insanların yetiştirilmesiyle mümkündür. Öyle bir an içinde yaşıyoruz ki iyilik, doğruluk ve dürüstlük haber değeri taşımaya başladı. Oysa iyilik, doğruluk ve dürüstlük insan olmak, insan kalmanın gereğidir. Yalnızlaşmanın ve içe kapanmanın arttığı, örnek insan veya rol modellerin azaldığı bir dünyaya evirildik. Dini sorunlarımızı çözmek ve anlayışlarımızı zenginleştirmek için atanan insanlar kötülüğü, fesadı ve fitneyi çoğaltıyorlarsa artık tuz kokmuştur. İslam'ın iki şartı vardır: birincisi iman etmek, ikincisi iyilik yapmaktır. Görevimiz iyilik yapmak, iyiliği teşvik etmek ve kötülüğü önlemektir. Bugün başkalarının kötülüklerini anlatarak, iyiliği yaygınlaştırmaktan çok kötülüğe meşruiyet kazandırıyoruz. Hz Peygamberimiz (sav) 'Bir kul, bu dünyada başka bir kulun ayıbını örterse, kıyamet gününde Allah da onun ayıbını örter' diye buyurdu. Hz. Mevlana şöyle der: 'Cömertlik ve yardım etmede akarsu gibi ol Şefkat ve merhamette güneş gibi ol Başkalarının kusurunu örtmede gece gibi ol Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol Tevazu ve alçakgönüllülükte toprak gibi ol Hoşgörürlükte deniz gibi ol Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol.' Alija der ki: Dünyanın bütün büyük dinleri şu basit hakikati öğretmeye çalışır ve hakikatler basittir. Sana yapılmasını istemediğin şeyi başkasına yapma. Ya da öyle hareket et ki, davranışların herkes için geçerli olsun; ne sana göre değişsin ne de başkalarına göre… SÜLEYMAN GÜNDÜZ 28 07 2013