Osmanlı-İslâm mûsikîsi, 'insan merkezli' bir mûsikîdir

Allah, insanı yaratmayı murad etti, onu yeryüzünde kendisine halîfe kıldı. Onu nimetleriyle donattı. Kendisini anlayabilecek akıl verdi. Kendisinin sonsuz ve sınırsız ilmini idrak edebilecek kadar ilim verdi. Kendi küllî irâdesinden bir cüz lûtfetti. Hazret-i İnsan, yaratıcısı olan Hazret-i Allah'ın ruhundan kendisine üflemesiyle hayat buldu. Böylesine kabiliyetlerle donatılmış bir 'eşref-i mahlûkât', eşyanın hizmetinde olamaz, ancak eşya onun hizmetinde olabilir ve olmalıdır. İslâm medeniyeti, 'insan'ı böyle algılar ve medeniyetin merkezine konumlandırır. Bu medeniyet dairesinde her şey insan içindir, eşya da insanın hizmetinde olmalıdır. Bu medeniyet algısına göre eşya, bu medeniyet insanının elindedir ve onun kullanım tarzına göre şekillenir. Mûsikî de bir eşyadır ve İslâm medeniyetinde mûsikî de insanın hizmetindedir, insanın ona verdiği şekil ile şekillenir ve anlam kazanır. İnsan, Allah'ın yarattığı ses cevherini kendi yaratılmışlık zenginliği ve donanımı doğrultusunda, o ses cevherine müdahale etmeden kullanır. İslâm medeniyetinde insanın varlıkla ve eşyayla ilişkisi de bu anlayış üzerine kuruludur. Her şey insan içindir, insanın hizmetine sunulmuştur ve insanın bilgisi arttıkça eşyayla ilişkisi de bu bilginin anlam ve değeri nisbetinde olacaktır.
Mûsikînin 'insan merkezli' olması, insan kabiliyetinin ve 'yaratıcılığının' birtakım mûsikî kuralları ile sınırlandırılamaması olarak okunabilir. Batı müziği, bu anlamda bir kurallar bütünüdür (Mozart'ın 'Güzellik uğruna bozulmayacak kural yoktur' diyerek, Arnold Schönberg'in de 'Atonal Sistem' ile bu kurallara adeta başkaldırdıklarını hatırlamamız gerekmektedir). İnsanî yaratıcılık zaman içinde tekâmül etmektedir ve meselâ ikiyüz yıl önce yaşayan bir müzisyenin koymuş olduğu kurallar bugün için anlamını kaybetmiş olabilir. Bugünün daha fazla müzik dinleyebilen, 'insanî yaratıcılık' sınırları daha da genişlemiş olan müzisyenini geçmişin sınırlı bilgisi ile konulmuş kurallara bağlamak haksızlıktır. Batı müziğinde armoni kuralları neredeyse tamamen böyledir. Bozulmuş, indirgenmiş, müdahale edilmiş bir ses cevherini muharref kutsala göre yeniden şekillendirmeye çalışan Batılı kilise müzisyenlerinin koyduğu kurallar bugün de geçerlidir. Ancak bütün bu kurallara rağmen özellikle Avrupa müziğinin romantik dönem sonlarına kadar yüksek düzeyde seyrettiğini söylemek gerek. Bunu da sanırım 'Avrupalı bestecinin, kurallara rağmen insanî yaratıcılığın sınırlarını zorlamak gibi takdire şâyân çabasıyla izah etmek mümkündür.
Piyano, Batı müziği için önemli bir enstrümandır. Batı müziği, piyanonun icadıyla 'piyano merkezli', yani 'enstrüman merkezli' bir müzik sistemi hâline gelmiştir demenin pek de yanlış olmayacağını düşünüyorum.
Osmanlı-İslâm mûsikîsi, Batı müziği gibi katı kurallarla sınırlandırılmış bir mûsikî değildir, çünkü fıtrî ve tabii ses cevherine müdahale edilmediği için bu cevher de zaten tamamen fıtrî biçimiyle kullanılmaktadır. Böyle olunca da 'insanî yaratıcılık'ın sınırları genişlemektedir.
Mûsikîmizde kurallar koymak ve onu Batı müziğinde olduğu gibi standart hâle getirmek, Türkiye'nin Batılılaşma ve modernleşme macerasıyla yakınlık arzetmektedir. Bu 'standartlar', mûsikîmizi tektipleştirmekte ve 'insan merkezli' olmaktan uzaklaştırmaktadır.

YALÇIN ÇETİNKAYA