Eski İslamcılar / Yeni gençler 2
Geçen
haftaki 'Eski İslamcılar Yeni Gençler' yazım üzerine pek çok yorum
aldım. Bu konu hem eski İslamcılar, hem de yeni gençler arasında daha
çok tartışılacak gibi görünüyor.
Hem onların şimdi ve de sonrasında durdukları zemini; hem de bizim kaybolan ideallerimizi konuşmamız lazım.
Bu
konuyu ele alırken muğlak kaldığına inandığım bazı noktaların altını
çizerek netleştirmek isterim. Tabii ki görebildiğim kadarı ile…
1-Her
şeyden önce ben gençleri yargılamıyorum. Asla biz doğruyuz onlar yanlış
demiyorum ki bizim halimiz de ortada. Ayrıca her kuşak kendi fikir
mücadelesini, kendi zaman ve zeminine göre veriyor.
2-Bu
yeni gençlerin Kürt hareketinin hak ve adalet anlayışına sempati
duyduklarına ancak, bazı eylemlere katılsalar da o hareketin bir parçası
olmadıklarını bağımsız bir duruş sergilediklerini biliyorum. İslamcı
kimliklerini koruyorlar. Bundan şüphem yok.
3-Kürt
hareketi, mücadele sürecinde tutunduğu Marksist çizgi, dil, lider
etkisi ve hiyerarşik örgütlenmesinin gücü ile bundan sonraki süreçte de
bütün olarak hareket edebilecek yetiye sahip. Bir blok olarak farklı
yönlere hareket edebilir.
Ancak
şimdiye kadar sempatizan şeklinde olsa de onlarla birlikte hareket eden
İslamcı gençlik bundan sonraki süreçte kendilerini nasıl
konumlandıracak? Sistem muhalifliğini hangi zeminde sürdürecekler?
Tekrar
altını çizmek isterim ki İslamcı gençler bu hareketin bir parçası
değiller. Ancak aynı zeminde durmanın oluşturduğu benzeşmeleri de yok
sayamayız. Bu benzeşmelerle İslamcı kimliğin ortaya çıkaracağı senteze
de bakmak lazım.
Bu yazı çerçevesinde benim asıl tartışmak istediğim ise gençlerden ziyade bizim halimiz. Kısaca maksadım budur.
TÜRKİYE'DE BARIŞ SÜRECİNE
DIŞ KÖSTEKLER
Fuat
Keyman'ın geçen hafta yayınlanan 'Amerika Çözüm sürecini Destekliyor
mu?' başlıklı yazısı ilginçti. Bu yazıdan benim anladığım sonuç şöyle:
Amerika'da ve müttefiki Avrupa'da Türkiye'nin barış sürecine bu kadar
hızlı girmesi ve her şeyin yolunda gitmesi üzerinden bir şaşkınlık
yaşanıyor. Bunun Türkiye'ye getireceği avantajları kabullenmeye hazır
değiller.
Şimdiye kadar Türkiye'ye ayar vermeye alışmış ülkeler Türkiye'ye karşı yeni bir ayar mevzu arayışı içindeler.
'Camdan
evin varsa başkasının camına taş atma' diye bir Rus atasözü duymuştum.
Türkiye'nin güçlenmesi bu çerçevede bölgedeki tüm ilişkilerini
etkileyecek gibi görünüyor.
Keyman'ın
yazısının ardından Lübnan'da çıkan Safir gazetesinde Telal Selman
imzası taşıyan başka bir yazıda dikkatimi çeken noktalar oldu. 'Arap
İntifadası; Türk Sünniliği İran Şiiliği kızışıyor' başlığını taşıyor.
Arap intifadası ile ortaya çıkan boşluğu Arabizm yerine başka güçlerin
doldurmaya çalışmasına vurgu yapan yazıda İslam dünyası üzerinde
hakimiyet kurma savaşının tarihine ilişkin notlar var. Türkler bizim
bildiğimizin aksine pek de sevilmeyen tarafta. Yazı, İslam toprakları
üzerinde Türkler, Persler ve Araplar arasındaki hakimiyet kurma
mücadelesini anlatıyor. Türkiye ve İran arasında İran'ı Arabizm
karşısında daha tehlikeli bulan analiz, egemenlik yarışının milli
kodlarını da veriyordu.
Diğer
taraftan Türkiye'nin Afrika projesi içinde önemli bir yer tutan
Somali'de olanlar da dikkati hak ediyor. Somali'de Türkler çok
sevilirken birden bu sevginin zayıflamaya başlaması ve bu durumun
İngilizler tarafından desteklenmesi dış politikada başka bir dönemi
işaret ediyor. Avrupa Birliği'nin 44 milyon Euro ile Somali'ye yardım
kararı alması, Somali'nin Afganistan'a dönüşmesini önleme misyonu
çerçevesinde AB'nin bizzat işin içinde olacağını gösteriyor.
Ülkemizde kardeşlik ve barışı güçlendirirken çevrede durum değişiyor. Aman dikkat!
Eski İslamcılar / Yeni gençler
'Eski
Marksist, Maocu, Ülkücü, İslamcı…' Bir zamanlar ideolojik çatışma
zeminlerinde tutunan şimdikilerin çocuk sayıldığı yaşlarda yetişkin olan
bu 'eski'lerin geçmişe duydukları özlem hiç bitmez.
Her ne yaşanırsa yaşansın o günler bir başkadır.
Etrafımda
bu türün her çeşidinden fazlasıyla bulunması bir yana kendimi de
onlardan birisi olarak gördüğüm için bu 'dava' ile yaşanmış geçmişe
özlemin sonuçlarına ilişkin arazları sadece sol kesimde değil bizim
kesimde de gözlemliyorum. Geçmişten bugüne gelemeyen, sürekli eskide
yaşayan 'ah biz neydik' diyenler; eskilerde yaşanmış ve bitmiş her şeyi
abartıp olduğundan fazla değer biçiyorlar. Biz eskilere göre biz; daha
iyi, daha ahlaklı, daha mücadeleci, daha ilkeli ve daha temiz idik… Daha
manalı hedefler için mücadele ettik, hayat tarzımızı bu çerçevede
oluşturduk. Birbirimizi ve hatta kendi benliğimizi yok etme pahasına
bunlara değer verdik. Ve hatta hiç yanılmadık! (Galiba o yıllarda da
şimdi de kendimizi fazlasıyla kandırmışız)
Her
şeye, her türlü ezbere, kutsamaya karşı çıkıp dahil olduğumuz örgütleri
kutsuyor ulvi amaçlar için kendimizden fedakarlık yapıyorduk.
Oysa
şimdi öyle mi? Her şey daha sufli, tüketim odaklı, ideolojik bakıştan
yoksun, mücadele azmi yok, daha bireysel. Etrafımızdaki gençlere buna
benzer eleştirileri bin kez boca etmişizdir. Herhalde her birimiz böyle
yüzlerce söylev çekmiştir. O günleri anlatırken hangi tarafın eskisi
olursanız olun gözleriniz parlar, başka bir atmosfere girersiniz. En
hüzünlü öykülerde bile bu özlem hep hissedilir. Bir dava uğruna
fedakârlıklar yapılmıştır, eylem adına her şeye razı olunmuştur. Ya
şimdiki gençler!
Etrafımızdaki
gençler biz bunları anlatırken ne düşünüyor bilmiyorum. Ancak şimdi o
eski günlerin gençliğine benzer yeni bir kuşak her tarafta ortaya
çıkmaya başladı.
Bu kuşak tüketim ideolojisini reddederek farklı, daha idealist, muhalif ve eleştirel düşünmeye başladı.
Eski
İslamcıların çocukları içinde de bu gençleri görüyorum. Bu kuşağın
gençleri anne babalarına rağmen ya da onların hak ve adalet vurgulu
eğitimlerinin sonucu olarak sol örgütleri kendilerine yakın bularak
onların yanında yer aldılar. Kiminde anne babalarının 'eski günler'ine
öykünmek ağır bastı, kiminde mana, kiminde de hak-adalet arayışları. Bu
gençler hak-özgürlük-adalet mücadelesini sağ zeminlerde güçlü
bulamayınca sol zeminlerin oluşturduğu muhalefet damarında yürümeye
başladılar.
Anne
babalarının idealist anlayışlarıyla büyüyen bu gençler için Kürt
hareketi içinde var olmak (Kürt milliyetçiliğine rağmen) zor olmadı.
İslam'ın temelindeki eşitlik prensibini Kürt hareketi içinde
bulduklarını düşündüler.
Skolâstik
din-devlet-millet anlayışlarından kaçarak özgür düşünceli dindar
çocuklar yetiştireyim derken içimizden çocukların Kürt hareketine
katılması, bu konuyu tartışmamızı zorunlu kılıyor.
1
Mayıs meydanlarında yıllardır diğer örgütlerden gençlerin yanında
onların da yer almaları üzerine gaz dumanının ardından düşünmek lazım.
Bugünkü
İslamcılık, AVM'ler, kalkınma, büyüme, liberal ekonomi, muhafazakâr
siyaset bileşkesinde tüketim odaklı dindar bir hayat tarzı dışında
gençlere ne vaat ediyor.
1
Mayıs meydanlarına çıkan, eylemlere katılan, Kürt hareketine katılan
İslamcı gençler meselesini çok önemsiyorum. Üstelik bu gençler iyi
eğitimli, İslam'ı bilen, dünyayı tanıyan çocuklar olunca vaat
ettiklerimiz ve edemediklerimiz; özellikle de demokrasi ve eşitlik
bakışımız üzerine bir kez daha kafa yormalıyız. Buradaki en önemli soru;
İslami camia içinde bu gençlerin arayıp da bulamadıkları ne oldu da
Kürt hareketine yönlendiler.
Bu gerçekle yüzleşmek bir tarafa bu yeni durumun Türkiye'nin barış sürecinde neye tekabül edeceği önemli bir soru işareti.
Ne
yazık ki demiyorum çünkü diğer İslami hareketlerin kendilerini fikren
geliştiremedikleri ortada. Bir rehavet ortamı içinde statükocu tutumları
yinelemek dışında yeni bir bakış göremiyoruz. Ayrıca ana akım İslami
kesimde (genelleme yapmıyorum elbette tam tersi gruplar da vardır) hiç
bir derinliğe sahip olmayan, Körfez'in sonradan olma zengin
devletlerindeki İslam anlayışının etkisi gibi birçok faktörün bunda
elbette etkisi var.
Bunları
elbette durup dururken yazmadım. Kürt hareketi içinde her grup, Apo'nun
sözü ile hareket ederken buna direnen bir kesim var. Ve bu direnen
kesim içinde her türlü provokasyona açık İslamcı gençler de var. Bir
taraftan statüko ile uyumlu Müslümanlık yükselirken bir taraftan da
derinden onlar geliyor. Biz eskiler İslami hareketin bu yeni
jenerasyonunun taleplerine hazır mıyız bilmiyorum.
...
Yakın
dostlarım içinde sözüne itibar ettiğim ve her seferinde sohbetlerinden
çok faydalandığım dostlarım var. Son sohbetlerdeki tartışma konularından
birisinin ana teması şu oldu: 'İslam'ın asıl meselesi 'tevhid' kadar
'eşitliktir' ama Muaviye ekolünden gelen İslami devletler bunu
perdelemiştir, 'eşitlik' teması üzerinde 'tevhid' kadar durmamıştır.'
Farklı
zeminde bir başka sohbetin aklımda kalan cümlesi ise şöyle oldu:
'İtikadi olarak Maturidiyiz diyoruz ancak tarih boyunca bu coğrafyadaki
devlet geleneği Eşariliği teşvik etmiş ve etmeye devam ediyor. Hakim din
anlayışı ibadetlerinizi yapın ama sosyal meselelere ve hayatın gidişine
kafa yormayın diyor.'
Derin
arka planı olan sohbetlerden halimizi pek güzel anlattığını düşündüğüm
iki tema aktardım sadece. Bu konular başkanlık sisteminden kırmızı ruja,
alışveriş merkezlerine kadar her şeyi kapsıyor aslında.