Televizyon mütefekkiri ve görünür olmanın dayanılmaz çekiciliği

Mübarek Ramazan ayının sonuna geldik. Otuz gün boyunca çeşitli televizyon kanalları sağolsunlar iftar ve sahur programları düzenlemek suretiyle önemli bir sosyal hizmet gerçekleştirdiler. Bu programlar sayesinde ülkemizin 'âlim, sanatçı, edebiyatçı, şâir, yazar, akademisyen ve mütefekkirleri'nin birikimini görme fırsatı bulduk. Şöyle kabaca bir hesap yapıyorum da, ülkemizin âlim, sanatçı, edebiyatçı, şâir, yazar, akademisyen ve mütefekkir varlığını gösteren bu rakam, gözlerimi yaşartıyor ve göğsümü kabartıyor. İftar ve sahur programı yapmayan ve tam da iftar ve sahur vaktinde insanımızın oruç ve ibadet konsantrasyonunu zedeleyen diziler yayınlamayı tercih eden bir-iki kanalı saymazsak, en az on ulusal kanal iftar ve sahur programı yapmış. (Tabii yerel televizyon kanallarını saymıyorum. Her ilimizde en az bir yerel kanalın iftar ve sahur programı yaptığını düşünecek olursak, buradan da ülkemizin yerel âlim, sanatçı, edebiyatçı, şâir, yazar ve mütefekkirlerinin ortalama sayısını elde ederiz ki daha hesap yapmadan bunu düşünmek bile beni müthiş heyecanlandırıyor !). Her kanalın iftar ve sahur programlarına her gün en az iki mümtaz şahsiyetin davet edildiğini düşünecek olursak, iki çarpı otuz gün eder altmış mütefekkir ve sanatçı. Bunu on televizyon kanalı ile çarparsak altıyüz gibi müthiş bir rakam elde ederiz ki bu altıyüz rakamı, yetmişaltı milyonluk bir ülkeyi taşımaya pekâlâ yeter ! Bir de, bu iftar ve sahur programlarına davet edilmeyip evinde 'davet edilmediği için kederlenen potansiyeli' de ilave edersek ortaya gerçekten gurur duyacağımız bir tablo çıkar ! Tabi burada bazı küçük hesaplama hataları yapabiliriz, o da şöyle bir hesaplama hatasıdır ki sonuca tesir eder mi bilmem. İftar programına falanca kanalda katılıp aynı gecenin sahurunda başka bir kanala koşuşturan ya da otuz gün boyunca bu on kanalın hemen hepsinde hem iftar ve hem sahur programlarına davet edilen nadide şahsiyetler var ki işte bu kişilerle ne kadar iftihar etsek azdır !

Televizyon gibi etkili bir mecrâda kitlelere doğru şeyler söyleyip onların birşeyler öğrenmelerine katkıda bulunmak elbette çok güzel. 

Ama

 

 iftar ve sahur programlarının vazgeçilmez

 konuşmacı kadrosundan pekçoğunu çok şükür

 tanıma fırsatı bulduğum için, vermeye 

çalıştıkları 'dolu ve sıkı mütefekkir' 

görüntüsünün sadece bir görüntü olduğunu, 

hatta televizyonun zaten 'imaj' demek 

olduğunu, bu zevât-ı muhteremin epey bir 

kısmının malûmatfüruşluktan başka bir şey 

yapmadığını düşünüyorum. 

 Ekranda büyük büyük lâflar eden, kitaplar yazmış olan bu kimselerin bir bildiğim ve şâhit olduğum kadarıyla gerçekliğine bir de anlattıklarına bakıyorum, şaşırıyorum.

 Anlattığımızla yaşadığımız arasında bir tutarlılık yoksa ibadetlerimizin bir anlamı kalır mı Allah bilir. Hiç değilse bu mübarek Ramazan ayında yüzümüzü Allah'a çevirsek, onbir ayın aklımızda ve kalbimizde açtığı tahribatı onarsak daha iyi olmaz mı ?

İsimlerini burada saymaya lüzum hissetmediğim ama kendilerine her zaman saygı duyduğum pek azı hâriç televizyon mütefekkirleri, 'görünmeyi' ve böylece kendi varlıklarını ispat etmeyi çok seviyor olmalılar. 

Kendilerine ait yeni ve parlak hiçbir şey söylemedikleri gibi, iftar ve sahur programlarına veya tartışma programlarına davet edilmek galiba kendilerine müthiş bir tatmin sağlıyor. Çünkü görünmek, görünür olmak bu insanlar için önemli, varlıklarını kanıtlamak için önemli, 'marka' olmaları bakımından önemli. Bir de olan biteni canlı yayında, anında analiz edip sorunu çözüveren, yol gösteren (gerçekten düzeyli bir-iki tanesi hâriç) 'oturduğu koltuğa sığmayan genç televizyon mütefekkirleri' yok mu ! Bayılıyorum !

Âlim, sanatçı, edebiyatçı, şâir, yazar, akademisyen ve mütefekkir varlığımız kemiyyet açısından çok şükür iyi de maalesef keyfiyyet açısından yetersiz.

 Kantite yükselirken kalite düşüyor.

 Müslüman âlim, sanatçı, edib ve mütefekkirin bu kadar çok olmasına rağmen ilim, düşünce ve sanatın yerinde sayması da bir başka çelişkiyi ortaya koyuyor.

YALÇIN ÇETİNKAYA